Prof.Dr. Reha Günay’ın, İstanbul adalarının hâlâ canlılığını sürdüren ahşap yapı dokusunu belgelediği kitabı “İstanbul Adalarının Yaşayan Ahşap Konutları”nın yeni baskısı çıktı.
Kitabın yeni versiyonu içeriğinden, niteliğinden ve sayfa sayısından ödün vermeksizin, okuyucular için kolay taşınabilir ebatta ve ulaşılabilir fiyatta olması planlanarak ilk baskılara oranla daha küçük boyda hazırlandı ve hafif olmasını sağlayacak bir kağıt seçilerek basıldı.
İstanbul’un Kaybolan Ahşap Konutları adlı kitabında İstanbul’un yitip giden ahşap konut dokusunun hüznünü ortaya koyan Reha Günay, İstanbul Adalarının Yaşayan Ahşap Konutları’nda ise yapılaşmaya, nüfus artışına ve tüm duyarsızlığımıza inat hâlâ coşkuyla yaşamayı sürdüren Adalar’daki yapılardan bir seçki sunuyor.
Kitap, İstanbul’un adalarına, Reha Günay’ın 50 yılı aşan mimar, fotoğrafçı, akademisyen, yazar kimliklerinden damıtılmış objektifinden bakabilmemizi sağlıyor.
Kitapta Büyükada, Heybeliada, Burgaz ve Kınalıada’daki sokak dokusunun yanı sıra çok küçük geleneksel konutlardan da Neo-Klasik veya Art-Nouveau görkemli köşklerden de örnekler sunan Reha Günay, bu yapıların mimari ve sanatsal özelliklerine ilişkin oldukça özgün açıklamalar getiriyor.
Reha Günay, Adalar’da yıllar boyunca çektiği siyah-beyaz fotoğraflar arasından özenle seçerek bir kitap hazırlama gerekçesini özetle şöyle ifade ediyor:
“İstanbul’un Kaybolan Ahşap Konutları kitabını hazırlarken Ada konutlarını da katmayı düşünüyordum ancak hem çok önemli bir konut grubu olmaları hem de hâlâ yaşamaya devam etmelerinden dolayı onlara yer vermemiştim. Bu kitapla kaybolan konutların hüznü yerine yaşamakta olan konutların coşkusunu yaşıyoruz. Gerçekten İstanbul’un hemen dibinde duran bu yapılar sahiplerinin kim bilir ne kadar sıkıntı ve gayretiyle yaşamaya devam ediyor. Bu sayede biz, anakarada kaybettiğimiz kültür değerlerini topluca bu doğa harikası coğrafyada hazır buluyor ve doya doya seyrediyoruz. Kültür mirası bize zamanın bir geçişi olarak tarihi öğretiyor. Yalnız olayları değil, insanı, ekonomiyi, teknolojiyi, sanatı ve kültürü de... Bu yapıları korumak için hiçbir çaba sarf etmeden sadece bir vapura binerek görmek ne kadar kolaycı bir tutum değil mi? O yüzden Adalılara bir teşekkür borcumuz olmalı. Adalar'da dolaşan yabancı turistlere bakarsak galiba Adalar mimarlığının değerini onlar bizden daha iyi anlamış durumda. Adaya gitmek sadece yemek, içmek, faytona binmek, denize girmek, bir ağaç altında yatmak veya bir kahvede oturmak olmamalıdır. Adayı yaya olarak dolaşmak, en basit evinden en görkemli köşklere kadar yapılarını görmek, anlamak, hikâyelerini öğrenmek ve hattâ onlardan zevk alma zorunluluğunu hissetmek gerekir.
Prof.Dr. Reha Günay’ın, İstanbul adalarının hâlâ canlılığını sürdüren ahşap yapı dokusunu belgelediği kitabı “İstanbul Adalarının Yaşayan Ahşap Konutları”nın yeni baskısı çıktı.
Kitabın yeni versiyonu içeriğinden, niteliğinden ve sayfa sayısından ödün vermeksizin, okuyucular için kolay taşınabilir ebatta ve ulaşılabilir fiyatta olması planlanarak ilk baskılara oranla daha küçük boyda hazırlandı ve hafif olmasını sağlayacak bir kağıt seçilerek basıldı.
İstanbul’un Kaybolan Ahşap Konutları adlı kitabında İstanbul’un yitip giden ahşap konut dokusunun hüznünü ortaya koyan Reha Günay, İstanbul Adalarının Yaşayan Ahşap Konutları’nda ise yapılaşmaya, nüfus artışına ve tüm duyarsızlığımıza inat hâlâ coşkuyla yaşamayı sürdüren Adalar’daki yapılardan bir seçki sunuyor.
Kitap, İstanbul’un adalarına, Reha Günay’ın 50 yılı aşan mimar, fotoğrafçı, akademisyen, yazar kimliklerinden damıtılmış objektifinden bakabilmemizi sağlıyor.
Kitapta Büyükada, Heybeliada, Burgaz ve Kınalıada’daki sokak dokusunun yanı sıra çok küçük geleneksel konutlardan da Neo-Klasik veya Art-Nouveau görkemli köşklerden de örnekler sunan Reha Günay, bu yapıların mimari ve sanatsal özelliklerine ilişkin oldukça özgün açıklamalar getiriyor.
Reha Günay, Adalar’da yıllar boyunca çektiği siyah-beyaz fotoğraflar arasından özenle seçerek bir kitap hazırlama gerekçesini özetle şöyle ifade ediyor:
“İstanbul’un Kaybolan Ahşap Konutları kitabını hazırlarken Ada konutlarını da katmayı düşünüyordum ancak hem çok önemli bir konut grubu olmaları hem de hâlâ yaşamaya devam etmelerinden dolayı onlara yer vermemiştim. Bu kitapla kaybolan konutların hüznü yerine yaşamakta olan konutların coşkusunu yaşıyoruz. Gerçekten İstanbul’un hemen dibinde duran bu yapılar sahiplerinin kim bilir ne kadar sıkıntı ve gayretiyle yaşamaya devam ediyor. Bu sayede biz, anakarada kaybettiğimiz kültür değerlerini topluca bu doğa harikası coğrafyada hazır buluyor ve doya doya seyrediyoruz. Kültür mirası bize zamanın bir geçişi olarak tarihi öğretiyor. Yalnız olayları değil, insanı, ekonomiyi, teknolojiyi, sanatı ve kültürü de... Bu yapıları korumak için hiçbir çaba sarf etmeden sadece bir vapura binerek görmek ne kadar kolaycı bir tutum değil mi? O yüzden Adalılara bir teşekkür borcumuz olmalı. Adalar'da dolaşan yabancı turistlere bakarsak galiba Adalar mimarlığının değerini onlar bizden daha iyi anlamış durumda. Adaya gitmek sadece yemek, içmek, faytona binmek, denize girmek, bir ağaç altında yatmak veya bir kahvede oturmak olmamalıdır. Adayı yaya olarak dolaşmak, en basit evinden en görkemli köşklere kadar yapılarını görmek, anlamak, hikâyelerini öğrenmek ve hattâ onlardan zevk alma zorunluluğunu hissetmek gerekir.